Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Aralık 2011 Cuma

canım sevgilimle bir doğumgünü daha:3 mart 2011

bugün sevgilimin doğum günü. kutlamalara sabah 5.30da bir cırcırböceğinin yataktan gelen sesiyle başladık. sonra saat 8de o beyzadenin totosundaki fissüre iyi gelsin diye kutlamalara küvet başında 37.5 dereceye ayarladığımızı suyu tuna kuşunun üzerine dökme ritüeliyle devam ettik. ardından ben kuşu doyuyurken doğumgünü çocuğumuz parkelere dökülen suyu silmek suretiyle neşesine neşe kattı. sonra kutlamalara bir elektrik süpürgesi sesi damgasını vursun istedik. hem bu ses belki 5.30da uyanan kuşumuzu uyutur ve de biz kahvaltı yapma şansına erişebilirdik. ama olmadı. ev süpürüldü, silindi. duş alındı, giyinildi ama ''şehzadem''uyumadı. anakucagının titreşimini müziğini açtık. uyumadı. ''oğlum uyu'' dedim. uyumadı. canım sevgilimin doğum günü kutlaması kapıdan hızlıca söylenmiş bir ''güle güle' 'ile taçlandı. İYİKİ DOĞDUN BEBEĞİM, İYİKİ DOĞDUNUZ BEBEKLERİM:))))
tarifi nurturia gruplarından birinden aldım, denedim ve gercekten sonuc harika.
ortalama 10 tepeleme kasik un (ben farmcity organik tam bugday unu tercih ediyorum)
1yumurta sarisi
1cay bardagi pekmez
100 gr tereyağı(daha az da olabilir)
Malzemeler harç haline getirilip, parmak pişecek incelikte parmak şekli verilerel 15-20 dk 175 derece önceden ısıtılmış fırında pişiyor.
Fırında çok uzun süre kalmaması gereken bir tarif bu, aksi halde kuru ve sert oluyor.
Sadece bebeklerin damak tadına göre bir bisküvi değil bu ,çayın ya da kahvenin yanında biz de rahatça tüketebiliyoruz:))

bruschetta

  • bir dilim ekmek (hangi tahıldan olduğu anneye kalmış)
    küçük lezzetli domates

  • sivri biber

  • sarımsak

  • sızma zeytinyağı

  • taze fesleğen

  • kuru nane

  • deniz tuzu

  • pek çok baharat opsinoyeldir(eğer bu mama bebeğe verilecekse ,bence bunlar yeterli)


  • ekmek kızartılır. kızarmıs ekmeğin üzerine srımsak ve z.yagı gezdirilir. sonra ayrı bir yerde domatesli sos hazırlanır. bu sos ekmeğin üzerine sürülerek 15 dk kadar fırınlanr. bruschetta modifiyeye açık bir atıştırmalıktır. üzerine dilediğiniz peyniri ve sebzeyi ekleyebilirsiniz.

  • afiyet olsun


  • 4 adet rendelenmiş suyu alınmıs kabak,
    dereotu
    sogan
    maydanoz.
    3 yumurta (ben sadece sarısını koydum,organik oldugundan hepsi kucucuktu ayrıca)
    organik tam bugday unu
    tahsildaroglu sürülebilir lor ve sıvı yag
    tüm malzemeler karısıyor. 170-180 derece fırında pişiyor.
    afiyet olsun

    balkabağı çorbası

    oğlumun en sevdiği çorba olma şerefine nail bu tarifi zevkle paylaşıyorum.
    500-600 gr balkabagı
    2-3 yemek kasıgı zeytinyagı(zevke göre artar ya da azalır)
    1 soğan
    1 havuc
    1 patates
    1cay bardagı süt
    5-6 su bardagı su
    tuz, kimyon ,tane karabiber
    sogan ve havuc
    sogan ve havuc yagda öldürülür, ardından kabaklar eklenir. hepsi beraber kısa bir süre yagda cevirilir. sonra su ve süt eklenir,tuzu ve baharatları ekledikten sonra havuc ve patatesin pişmesi beklenir. tüm sebzeler piştiğinde,corba blenderlanır ve afiyetle yenir.

    bebek yemekleri: kıymalı pırasa

    yarım cay bardagı z.yagı
    2-3 yemek kasıgı pirinç
    1 limonun suyu(ben bol ekşi severim,az sevenler 3/4 limon yapabilir)
    200-300gr kıyma
    500gr pırasa
    2 havuc
    1 sogan
    zeytinyagında sogan öldürülür,kıyma eklenir,suyunu cekene kadar pişirilir,pırasa ve havuc eklenir. agzı kapalı tencerede cok kısık ateste sebzeler yumusayana kadar pişirilir.(dikkat dibi tutmasın) sonra pirinçler ve biraz su eklenir( sanırım ilk kez bunu göz kararı yapabildim,o yuzden tam ölçü veremiyorum)piştiğinde limon suyu eklenir. yemeğimiz hazır.
    afiyetle..

    1 Temmuz 2011 Cuma

    tuna ne yapar ne yapamaz? vol.2

    volume 2 yi tuna'nın neler yapamadığına ayırayım. yani kısaca bir şeyler karalayayım.

    tuna 8 aylık ama henüz desteksiz oturamıyor çünkü oturmaktan nefret ediyor. benim oğlum ayakta durup etrafı yukardan izlemeyi seviyor. gecikmenin nedeni bu:)

    emekleyemiyor, ben emekleyebildiğini sanıyordum ama o eylemin adı sürünmekmiş. neyse emeklememesi şimdilik benim işime geliyor. güvenlik, temizlik işleri malum...

    henüz kendi başına uyuyamıyor. tracy duymasın ama ben hala emzirerek uyutuyorum onu. çok kolayıma geliyor ama yakında babaannesinin bakacağını düşününce birazcık kafak karışıyor aslında. neyse zamana bırakalım.

    henüz konuşamıyor, yürüyemiyor. yaşına göre çok normal bunları yapamıyor oluşu.

    annesi olmadan gündüz idare edebiliyor ama akşamları biraz huzursuzlanıyor.(sadece 1 kez bu şekilde bıraktık.)

    işte tatlı oğlumun yapamadıkları sadece bu kadar:))

    tuna ne yapar, ne yapamaz? vol.1

    ne zamandır tek satır yazamamış olsam da blogger olma hevesimden bir şey kaybetmiş sayılmam. her gün için biriken onlarca şeyi buraya yazacak onlarca boş dakikam elbette oluyor ama ben bu süreyi tembellik hakkımı kullanmakla geçirdiğimden buralar pek sessiz kalıyor. olsun! henüz celebrity bir blogger olmadığımdan kimse bir şey kaybetmedi nasılsa:)
    anne olunca zaman kavramı bambaşka işliyor...
    bambaşkadan kastım; daha hızlı ve daha anlamlı... her yeni gün tuna adına da cenk ve selen adına da yepyeni gelişmelere gebe oluyor...
    hep beraber büyüyoruz...
    üçümüzün de yapabildiği ve yapamdığı pek çok eyleme dair bir kayıt tutmak istedim. çoğunlukla tuna'ya ait elbette.
    tuna tam 5 gün sonra 8 aylık olacak koca bir adam. gelelelim neler yapabildiğine:
    aylardır olduğu gibi, harika gülebiliyor, zaman zaman kahkahalarla, zaman zaman muzip bir ifadeyle..çoğunlukla ağzını kocaman açarak, insanın kalbini yararak, kendine aşık ederek...

    esprileri (eğer doğru vurgu yapılırsa) anlıyor ve çok anlamlı karşılık veriyor.

    komando sürünüşü ile istediği destinasyona gayet hızlı varabiliyor.
    ek gıdaya geçişle sorunsala dönüşen kaka olayı çözüldü. artık kayısı desteği olmadan da yapabiliyor.

    oyuncaklarıyla tüm özelliklerini keşfederek oynuyor.

    çoraplarını çıkarıp(uzun süredir) ayaklarıyla zaman geçirebiliyor ve hatta ayak parmaklarını emebiliyor.( 1aydır)

    önlüğünü sinirli bir şekilde boynundan çıkarıp atabiliyor ve hatta bir daha taktırmıyor.

    meyve parçalarını, ekmeği kısaca finger food örneklerini rahatça yiyebiliyor.

    ilgiyi üzerine çekip, bu durumdan memnuniyetini belirtebiliyor.

    yardımla ayakta durabiliyor.

    sinirlenince yakasını silkerek bunu ifade ediyor.

    anne ve babayı herkesten rahatça ayırt edebiliyor çünkü onları çok seviyor:))

    uzaktaki sevdiği objeyi gidip alabiliyor (sürünerek)

    sevdiği yemeklere olan beğenisini nam nam yada mam mam şeklinde, sevmediklerini ise burnunu kırıştırırarak ifade edebiliyor.

    eğer o istemezse altına bez bağlatmıyor.

    yardım isteyebiliyor.(çığlık atarak)

    anlamlı heceler çıkarabiliyor.(gı gı, ey, hım,
    mem mem, mam mam, nam nam gibi=)

    bir çekişte saçımdan en az 20 tel koparabiliyor.

    fış fış kayıkçı oynamaktan, inek sesi (möö) duymaktan zevk alıyor.

    ağlarken hemen gülebiliyor.

    vurabiliyor, can acıtabiliyor.

    tel sarar yapabiliyor, aslında alkış da yapıyor ama genelde ikisini karıştırıp, çoğunlukla tel sarar yapmayı tercih ediyor.

    mama sandalyesininn tepsisinden mama kırıntıları toplayıp ağzına atabiliyor.

    topu tutabiliyor, hatta atabiliyor. ve hatta iki topu birbirine vurabiliyor.

    anneye sarılabiliyor, annenin oracıkta mutluluktan çıldırmasını sağlayabiliyor.

    birinin kucağındayken, bir başkası isterse ona gidebiliyor. (canı isterse)

    yüz üstü uyuyabiliyor. sırt üstü yatırıldığında zamanla önce yan dönüyor sonra da yüz üstü. yatakta 8 çizebiliyor. yatağın kenalıklarını kaldırıp altına girebiliyor.(yaklaşık 3 aydır)

    banyoda bizimle beraber banyo yapabiliyor.(bunu adanada geliştirdik)

    banyoda ilk günden beri ağlamıyor, bilakis gülüyor, seviniyor, çok mutlu oluyor.

    banyo sonrası giyinmekten, gün içinde üst değiştirmekten kısaca giyinmekten hiç hoşlanmıyor ama soyunmaya bayılıyor.

    çok tiz, çok işlevsel feci çığlıklar atabiliyor. (ağlamaktan daha etkili bir yöntem olduğunun aylardır farkında)

    ağlamadan uyananiliyor.(her zaman değil elbette,uykusunu çok iyi alma ön koşulu var)

    gezmeye gideceğimizi anlıyor, çıt çıkarmadan süreci takip ediyor.

    parkı çok seviyor, orada çocukları izliyor. tabi ayakta:))

    yemek yemek için ya da yememek için ağlıyor. mesela elindeki seftali yere düşünce mutfağı birbirine katıyor...

    yetişkin yemeklerine bayılıyor. ör: bulgur pilavı, döner ya da taze fasülye favorisi:)

    böyle sırayla yazınca oğlumun ne kadar yetenekli! olduğunu bir kez daha görmüş oldum. üstelik burda yazanlar sadece bir çırpıda aklıma gelenler...dahası var...


    canım kuzucuğum sen annenin babanın SUPER BOY'usun.

    10 Mayıs 2011 Salı

    öylesineee

    diyetisyenler konusunda inançsızım ne yazıkki. elbette verdikleri diyete sadık kalarak zayıflamak mümkün ama o diyetin bana özel olmadıgını bilmek cok can sıkıcı, üstelik bulunan ilk fırsatta hızlıca sotelenen yemeklerden olusan bir diyet veren diyetisyen henüz hacettepe diyetetikten mezun olmadı. diyetisten birkaç arkadasım var ama bana verdikleri önerileri herhangi bir kadın programının kıytırık konuklarından duymak mümkün malesef:(
    elbette mucize diyetler verenler vardır ama onlar da oyle seans ücretleri istiyor ki, şu ücretsiz izin günlerinde bizi parasızlık sonucu açlıkla zayıflatırlar ancak...
    ben bu işin ACTION la çözüleceğine inananlardanım. ben cok kilo aldım cunku sürekli evdeyim, sürekli karbonhidrat tüketiyorum. bunu değiştirmem imkansız, o zaman o aldıgım karbonhidratı yakmam sart. su b-fiti deneyeceğim ama onun dısında eşimle anıttepede yürüyüş planımız var. puset yasak ama slingle yürümeme kimse birşey diyemez eminim.
    tabi bu sadece bir umut. hatta dün öyle bir sey yaptım ki, umudun adı umutsuzluk oldu. gittim kendime 42 beden kıyafet aldım. bugüne kadar hamileyken aldıklarımla ve de ucuz yollu satın aldıgım large bedenlerle idare etmiştim. içimde hep bir umut vardi, dolabımdaki 36bedenlere sıgma umudu. oysa dün bu hamleyle sanırım kilolarımla barıstım:))
    neyse işte benim de derdim büyük. 15 kg versem aynalarla barısabilirm ancak ama emzirirken bu 15 kilo ancak 5 ayda verilir o süre de cok uzunnnnn:((

    29 Nisan 2011 Cuma

    bal kaymaklı krep

    eşimin dünyalar tatlısı kızkardeşi burcu'dan aldığım bir krep tarifiyle, blogumun sadece bebek mamalarından oluşmayacağının işaretini veriyorum. tarif fotoğrafsızdır çünkü bu blogun sahibesi, tadına bakmak için fotoğraf çekmeyi bekleyemeyecek bir tatlı canavarıdır:)) bu krep yüzde yüz garantilidir, tıpkı zamanla vereceğim diğer tarifler gibi.

    'yemek yapmayı sevmem ama mutfağa girince de kötü bir şey pişirmem' mottomdan hareketle....evet başlıyoruz;

    önce malzeme listesi:

    Krep Hamuru İçin;
    2 yumurta
    1 su bardağı süt
    1/2 su bardağı içme suyu

    1 su bardağı un

    Bir tutam karbonat

    Bir tutam tuz
    1 tatlı kaşığı tereyağı

    Yapılışı;
    2 yumurtayı mikser ile 2-3 dakika çırpıyoruz. Ardından sırasıyla sütü ve suyu ekleyerek biraz daha karıştırıyoruz. Çok az kabartma tozu ve çok az tuzu una ekleyerek unla birlikte 1-2 dakika daha çırpıyoruz. Önceden ısıttığımız teflon tavaya terayağını alıp, tavanın yüzeyini yağlıyoruz. Bir kepçe yardımı ile krep hamurunu tavanın ortasına döküp, tavayı elimizle döndürerek hamurun  her tarafa eşit dağılmasını sağlıyoruz. Arkalı önlü pişirip servis tabağına alabilirsiniz.

    Diğer Malzemeler;

    Bal
    Kaymak
    Nar
    Pudra Şekeri
    Tarçın

     Krebinizin içine bal ve kaymak sürerek, rulo şeklinde kıvırıp; nar, tarçın , pudra şekeri veya dilediğiniz bir reçel ya da meyve ile tatlandırabilirsiniz. Ruko haline getirdiğiniz krebi küçük parçalar halinde de ikram edebilirsiniz.. Şimdi çok kolay ama çok lezzetli bir tatlınız var.. Afiyet Olsun..
    Krep İpucu: Krep hamurunu buzdolabında yarım saat beklettikten sonra pişirirseniz çok daha güzel olacak.
    PS:burcu'cum teşekkürler

    ankara'da bahar!

    1999-2005 arası öğrenciliğim ve ufak çaplı özel sektör deneyimim dahil ankara'da tam beş buçuk yıl geçirdim. o yüzden eski ankara kışlarını da baharlarını da iyi bilirim. hani şu parklarda bankların karın altında kaybolduğu, binaların çatılarından sarkıtların uzadığı, kalın kalın pardesülerle gezilen, kar çizmeleri giyilen zemherileri...baharlarını da iyi bilirim ankara'nın. ılık ılık rüzgarın estiği ama güneşli baharları...fakat benim istanbul'da geçirdiğim caaanım yıllarda ankara'nın kışına da baharına da bir şeyler olmuş...kış dediğimiz baya baya eskinin sonbaharı, ilkbahar dediğimiz yine eskinin sonbaharı...kısaca kışla ilkbahar arasındaki fark yok denecek kadar az.
    benim canım oğlum kasımda doğduğundan, biz tüm kışı evde geçirdik yada en fazla öyle çok da bayılmadığımız avmlerde geçirdik. bu süre zarfında da ben hep baharın hayalini kurdum. oğlumu pusetine yada slingine atıp sokak sokak gezecektik. benim üzerimde öyle evden çıkarken kan ter içinde kalmayacağım türden incecik kıyafetler olacaktı. çantamızda en fazla birer hırka bulunduracaktık ama nerdeeee...eş durumuyla ankara'ya değil de londra'ya gelmiş gibi hissediyorum kendimi. kombiyi hala kışın hangi derecede çalıştırıyorsak, aynı şekilde devam ediyoruz. kılık kıyafet zaten aynı. montlar, şallar vs vs. ,
    ben çok sıkıldım bu kasvetli, yağmurlu ve soğuk ilkbahardan.
    bebekle ve onun araç gereçleriyle evden çıkmamız zaten büyük seramoni, bir de yağmur, soğuk eklenince iyice mesele haline geliyor.
    umarım mayıs ayı eski mayıslardan olur ve biz bir türlü kıramadığımız esaret zincirimizden sağlıkla kurtuluruz....

    28 Nisan 2011 Perşembe

    kaybedenler kulübü

    evet başlıktan anlaşıldığı üzere bu sabah bu filmi izledik. bu sabah dediğime bakmayın, izlemeye 2 gün  önce başlamıştık. 2 periodda tamamladık. tuna sabah sekerlemesini yaparken, eşim de henüz işe gitmemişken, dün eşimin annesinin getirdiği böreklerle kahvaltımızı salonda yapmak suretiyle filmi de bitirmiş olduk. ben zaten ufak çaplı bir nejat işler fanı  ve de çok fazla loser-rocker-undergorund arkadaşa sahip biri olarak filmi sevdim. cenk de sevdi ama....
    bu film hakkında daha dogrusu izlediğim her film hakkında çok fazla şey yazmak isterdim ama oğlum henüz 6 aylık ve kendisi beni bilgisayar dahil hiçbir alet edevatla paylaşamıyor.o yüzden şimdilik sadece önermekle yetiniyorum.

    25 Nisan 2011 Pazartesi

    su çiçeği git evimizden

    oğlum tam bir hafta önce bugün su çiçeği oldu. alnında bir sinek ısırığı benzeri döküntüyle başlayan hastalık tüm vücudunu, yüzünü kapladı. totosu, pipisi dahil heryeri benek benek oldu. ama şükürler olsun ki, ateşsiz atlattık bu hastalığı. sadece ilk 3 gün kaşıntının verdiği huzursuzluk ve uykusuzluk yıpratıcı oldu. sonrasında herşey yoluna girdi. artık döküntüler kabuk bağlıyor. ama tunanın kafasını kaşıma, saç yolma sorunsalı tam gaz devam ediyor. hayır o yolduğu saçlar eline yapışıp ordan da emilmek suretiyle mideye indirilmese sorun yok da...

    türk sinemasına adanmış bir pazar günü

    tunanın su çiçeği geçiriyor oluşu bizi tam 7 gündür eve bağlayan tek sebep. cumartesi günü burcu(eşimin kardeşi) ile yaptığımız kuaför kaçamağı ve bir kayınvalide ziyareti dışında evden 1 haftadır hiç çıkmadım. cumartesi gecesini viski denizinde boğularak geçiren kocişkomun pazar gününe bitap şekilde uyanmış olması bize pazar gününü de evde geçireceğimizin işaretçisi oldu. zaten hava da berbattı. kasvetli,yağmurlu bir pazar gününü güzelleştirecek tek şey oturup film izlemek olur dedik ve günü türk sinemasına adadık. ne zamandır birikmiş birsürü filmimiz vardı. çoğunluğu izledik ilk. sonra gemide, sonra da kosmos. gemide için zaten söylenek sözler çoktan söylendi. diğer iki filmi de müthiş zevkle izledik. ba-yıl-dık hatta. kosmos beni kars'a götürdü yıllar sonra, çoğunluk ise çok derinlere...cenk de ben de çok etkilendik filmlerden.
    daha geniş bir vaktim olduğunda filmleri belki detaylı irdelerim ama siz yine de imdb den bir göz atın:)

    katı gıdalar sorunsalı

    yaklaşık 15 gündür evimizin en önemli gündemi bu. tuna'nın katı gıdalarla tanışması, benim de nefret ettiğim-yıllardır sadece zorunluluktan hızlıca girip cıktığım mutfağa yavaş yavaş adapte olma sürecim başladı. anne olduğum ilk günden beri en büyük endişem bu level'ın hakkını verememekti çünkü ben gerçekten ama gerçekten yemek yapmaktan hiç zevk almıyorum. evlenmeden önce ya ev arkadaşlarım yada diğer arkadaşlarım hep yemek yapmayı seven insanlardan oldu, o nedenle hiç aç kalmadan hatta gayet de iyi beslenerek bugünlere geldim. evlendikten sonra da eşimle beraber giriştiğimizi mutfak maceraları hem eğlenmemize hem de doymamıza neden oldu ama hamile kaldıktan sonra mutfakla olan ilişkimi iyice düzeyli hale getirdiğimden tunanın ek gıdalara geçişi benim için büyük bir serüven olacaktı-oldu da...
    neyseki annelik duygusu tüm sevgilerin ve nefretlerin üzerinde,disiplinlerüstü bir hissiyat. tunaya yemek hazırlamak, ona sevmediği mamaları kakalamak, mutfakta yaratıcı olmak artık benim için zevk. ama sedece ona yemek hazırlamak zevk, yemek yapmayı hala sevmiyorum, o ayrı:) hatta ona yaptığım çorbalar bolca tuz ve pulbiber ilavesiyle benim öğle yemeklerimi bile oluşturuyor.
    şimdi biraz da katı gıda serüvenimizde bize yoldaşlık eden mamalardan  bahsedeyim. ha bir de not düşeyim: onca bilgi kirliliğine, etraftan kulağıma fısıldanan hata yüksek sesle tekrarlanan ek gıda gurmesi pek çok anneye inat ben kafama uyan mamaları öncelik yada miktar kısıtlamasına yenik düşmeden veriyorum. aksi halde her kafadan sinir bozucu çok ses çıkıyor. i don't care...
    *tunişoma ilk olarak armut püresi verdim. zaten bikaç aydır ben sürekli armut yediğim için tuna da armutun kokusuna, hatta tadına fazlasıyla aşinaydı. ben her yediğimde onun da diline suyundan değdiriyordum. sonuç:armutu çok sevdi
    *sonra elma püresi, yine tanıdık bir tattı. elmayı da çok sevdi.
    *havuç-ilk deneme yaptığım pırasa yemeğinin içindeki havucu tattırmaktı. yedi ama öyle bayıla bayıla değil.
    *sonra arzum yoğurt makinamla yaptığım ilk yoğurt denemem ve tunanın yoğurtla tanışması.sonuç:başarısız, hiç sevmedi.
    *sebze çorbası(havuç-patates-irmik-pirinç-kabak-z.yağı) sonuç:başarısız, hiç sevmedi hatta püskürttü.
    *sebze çorbası(bu kez patates,havuç,irmik,z.yağı) 3.günün sonunda biraz da aç kalınca yedi ama tadını hiç sevmedi. zaten sevilecek gibi de değil. artanları ben yiyorum ama tuz ve pulbiber ekleyerek:)
    *muz: armut püresiyle karıştırarak veriyorum,üzerine biraz da z.yağı ekliyorum.malum tuna katı gıdaya geçtiğimiz ilk günden beri sürekli kabız.sadece duphalac ve fitil yardımıyla kakasını yapabiliyor. sonuç:muzu çok sevdi.
    *kayısı püresi:suda kaynattığım gün kurusu kayısıları blenderdan geçirdim. amaç müshil etkisi yaratmaktı, işe yaramadı. tuna beni yanıltarak kayısıya öyle çok da bayılmadı.(benim hatam da olabilir, tam acıkmasını beklemiyorum bir türlü)
    *babaymix:hiç sevmedi, zaten sadece denemek için vermiştim. muzla karıştırınca az da olsa yedirmeyi başardım.
    *aptamil pirinçi muhallebi: öyle bayılmadı ama geri de çevirmedi. 3-5 kaşık da olsa yiyor. ama her gün vermiyorum.3 günde 1
     şimdilik menümüz bu mamalardan oluşuyor. zamanla zenginleşeceğinden eminim. ayrıca tunayı hala emziriyorum. hem de her fırsatta. bir de akşamları 120 cc devam sütü veriyorum.
    6.ayı doldurduktan sonra kahvaltıya başlayacağız sanırım. şimdiden kafamda planlar yapıyorum....
    her bebişe ve de tunişkoma iştahlı günler dilerim

    11 Şubat 2011 Cuma

    koku

    benim koku hafızam çok iyidir. öyle ki pek çok olayı ya da dönemi, onlarla ilişkilendirdiğim kokularla hatırlarım. eee her kadın gibi parfüme de düşkünlüğüm çoktur. öyle tek kokuyla yıllarını geçirenlerden değil her seferinde beğendiğim başka 'fragrance' deneyenlerdenim. bu yüzden kredi kartlarım yıllarca tekin acar temalı olmuştur. tesadüf mü bilmem ama ömrümde çok az best seller okudum ve bunlardan ikisi de kokuyla ilgili- Patrick Süskind/Koku, Tom Robbins/ Parfümün Dansı. kısaca koklamayı, güzel kokmayı, güzel kokanı çok severim. amma velakin  tam 3 aydır parfüm kullanmıyorum. Johnson'un kolonyalarıyla idare ediyorum. Sebebi malum: oğlumu emziriyorum ve onun mümkün olduğunca sadece benim kokumu almasını istiyorum. Hem emzirmiyor olsam da artık parfüm seçmek sanırım çok zor olacak. çünkü ben dünyanın en güzel kokusunu kokladım- kokluyorum. ömrüm vefa ettikçe de koklayacağım.
    elbette o TUNA KOKUSU. ya da genel ismiyle anacak olursak; evlat kokusu.
         bütün gün bana ne yaptığımı soranlara cevabım bu: oğlumu kokluyorum. en çok da boynunu. sanki ordan daha iyi anlaşılıyor gibi. hatta oğlumu yıkadığımda o koku bir süreliğine kayboluyor. yerini şampuan, duş jeli kokusu alıyor. hemen gitsin istiyorum o yapay kokular. oğlum kendisi gibi koksun yine. giysilerini kokluyorum bazen o uyurken. keşke akciğerlerim daha büyük olsaydı da onu daha çok içime çekseydim diyorum. acaba büyüyünce de böyle kokar mı diyorum. yan odadayken burnuma geliyor kokusu. ağlayınca kucağıma alınca hemen kokluyorum. öperken kokluyorum. sarılırken, emzirirken kokluyorum. onunla konuşmaktan daha çok onu kokluyorum.
                   sıcacık kokuyor benim bebeğim. tüm bebekler gibi...

    10 Şubat 2011 Perşembe

    anne blogger olmak

             5 kasım 2010 tarihine dek gecirdiğim 29 yıl boyunca anlatmaya, paylaşmaya, hatırlamaya değer binlerce yaşanmışlığım olsa da, bir an olsun aklımdan günlük tutmayı ya da bir blog sahibi olmayı geçirmedim. üstelik tüm bunları yazmak için de şimdiki gibi zaman kollamak zorunda da değildim. ama şimdi anlıyorum da hiçbirini hatırlamak benim için o kadar da önemli değilmiş. gezdiğim şehirler, gittiğim partyler, aldığım hediyeler, tanıştığım insanlar...hepsi unutulsa da olurmuş. 2si dışında...birini anlatmak için daha romantik bir mecraya ihtiyacım var ( çok yakında yepyeni bir başlık altında) ama diğeri..işte o diğeri o blogu yazma kararı almamın sebebi minik oğlum, melek yavrum tuna.